Pergamon ( Bergama )




İlkler şehri Bergama Attalid hanedanı ile adını duyurmuştur






İlk parşömen (deriden kapıt yapımı)
İlk Asya kütüphanesi (200000 ciltlik)
İlk Büyük Hastane (Asklepion)
İlk telkinle tedavi (Psikoterapi)
İlk doğal tedavi (Müzik, tiyatro, spor, güneş ve çamur ile)
İlk farmakoloji (doğal ilaçlar)
İlk afyon modeli ilaç
İlk kent hijyeni (sağlık alt yapısı)
İlk tıp ve eczacılık simgesi (yılan)
İlk mühendislik, U borusu yöntemi ile trigonometri
İlk kent imar yasası
İlk kent çarşı pazar yasası
İlk komün devleti
İlk grev ve toplu sözleşme.(MÖ 248 de l. Eumenes ücretli askerlere hakkını verdi)
İlk 4 tiyatrolu kent
İlk en dik tiyatrolu kent
İlk meslek sendikaları ve sendika konfedarasyonu
İlk 3 dereceli öğretim (ilk orta ve lise)
İlk kazı müzesi. (Arkeoloji deposu, sonra müzeye dönüştürüldü.)
İlk ve enbüyük sunak
İlk ahşap sahneli tiyatro
İlk hiristiyan klisesi. Yedi kliseden biri.
İlk Batı Türkçesi grameri. (Bergamalı Kadri efendinin eseri)
İlk işgali kıran kent (15 haziran 1919)
İlk festival yapan şehir (Bergama kermesi 1937)
http://www.youtube.com/watch?v=gGrE3UwdYXs


KISA TARİHİ


Lysimakhos, hazinesini çok güvendiği Pergamon şehrine ve yöneticilerine teslim ederek seferlere çıkardı… Ne yazık ki Lysimakhos son seferinde ölür ve tüm hazine Pergamonlılara kalır… Bu hazinenin şehrin imarına çok büyük katkısı olduğu söylenir.

 Pergamon Helenistik Dönem’in başlarında; önce Lysimakhos ardından Seleukoslar adına şehri yöneten yerel hükümdar Philetarios’un (ölümü M.Ö. 263) kontrolünde kalmış bir kale şehir görünümündeydi. I. Eumenes döneminde (M.Ö. 263–241) tam anlamıyla olmasa da kent bağımsızlığını kazanmaya başlamıştır. Ancak I. Attalos’un (M.Ö. 241–197) Galatları yenmesi ile hanedanlık gerçek bir güce kavuşmuş ve I. Attalos kral payesini alan ilk yönetici olmuştur. Yeni ortaya çıkan bu genç ve iddialı krallık kendini kanıtlamak için Atina ve İskenderiye ile rekabete başlamıştır. II. Eumenes (M.Ö. 197–159) ve II. Attalos (M.Ö. 159- 139) kültüre, sanata ve bilime büyük paralar harcamışlardır. Heykel yapımına ve kitap yazdırmaya özel bir önem vermişlerdir. Delphoi’deki bilicilik merkezine eğitim için burslu öğrenciler göndermişlerdir. Romalılarla kurulan iyi ilişkiler sonucunda Anadolu’nun büyük bir bölümünün yönetimi Pergamon Krallığı’na verilmiştir.

Son Kral III. Attalos (M.Ö. 139–133) ardında bir mirasçı bırakmadan 133'te ölünce, vasiyetine uyularak Pergamon Krallığı Roma’ya devredilmiştir... Ve böylece Pergamon Krallığı sona ermiştir.

Bunca yaşanmışlıklara tanıklık eden yaşlı Pergamon Akrapolü’ne çıkıyoruz… Tarihin belleği olan yerleri ve eserleri gezmeye, görmeye çıkıyoruz hazır olun!

Aslında antik kenti gezme planı üç bölüme ayırmalıdır; Önce Bergama Müzesi gezilmeli, sonra yukarıya Akropol’e çıkılmalıdır. Dönüşte şehir içinde kalan Kızıl Avlu görülmeli… Ve ardından Dikili çıkışına göre sağda kalan Asklepeion kalıntıları gezilmelidir.



Bergama Akropolü son derece dik bir tepe üzerinde kurulmuştur. Buraya döne döne tırmanan bir yoldan çıkılır. Akropol denilen şehir yerleşiminde kamusal yapılar iç içe kendine özgü bir planlamayla yerleştirilmiştir. İlk çağlardan bu yana iskân yeri olan tepenin en üstünde kraliyet sarayları, sarnıçlar ve cephanelikler yer almaktadır. Aşağı teraslarda TraianusTapınağı, kütüphane ve Athena Tapınağı bulunmaktadır. Bergama’ya doğru bakan alt terasa Zeus Sunağı özenle yerleştirilmiştir. Yan taraftaki Yamaçta tiyatro, alt kesimde ise Gymnasion ve DionysosTapınağı yer almaktadır.



    Akropol'ün en görkemli anıtı Zeus (Altarı) Sunağı’dır. Pergamon Kralı II. Eumenes tarafından (M.Ö. 197–159) Galatlara karşı kazanılan zaferin anısına yaptırılmıştır. Sunağın kabartmaları Hellenistik Dönem heykeltıraşlığının başyapıtları arasında sayılmaktadır.

Bir zamanlar Zeus Sunağı, Athena Tapınağı’nın altındaki terasın tam ortasında yükseliyordu… Sunağın dört bir yanı açıktı ve her yerden, hatta uzaklardan çok uzaklardan bile görülebiliyordu…



Bugün Akropol’de yalnız temelleri görülebilen Sunağın tüm mimari parçaları ve kabartmaları Berlin Müzesi’nde aslına yakın bir şekilde tamamlanarak neredeyse yüz yirmi yıldan bu yana sergilenmektedir. Böyle görkemli bir anıta sahip olmanın heyecanıyla, Almanlar o tarihten sonra müzenin adını bile Pergamon Müzesi olarak değiştirmişlerdir.

Almanya seyahatinden yeni dönen bir dostumuzun gözlemleri sanırım hepimizin ortak duygularıdır:

“Zeus Sunağı’nın Berlin’de ne aradığı, yurtdışına nasıl çıkarıldığı ayrı bir tartışma konusu. Bana kalırsa öyle ya da böyle, Berlin’deki gri gökyüzünün değil, Ege’nin Turkuaz renkli ışığının altında olmalı… Yıllar önce terk etmek zorunda kaldığı Pergamon’a kavuşmalı… Gövdesinden kopmuş parçalarla yeniden kucaklaşmalı…



Bergama Zeus Sunağı neredeyse yıllardır Berlin’de sürgünde... Berlin’e her gidişimde Zeus Sunağı’nın bulunduğu Pergamon Müzesi’ne mutlaka uğrarım. Tepkim hep aynıdır: Bunu nasıl kaçırdılar!..

Berlin’de Pergamon Müzesi’ne girer girmez ana salonda karşınıza çıkar Sunak.

Tanrılarla Devlerin savaşının anlatıldığı, Gigantlar Sahnesi; Bergamalılar ile ezeli düşmanları Galatlar arasındaki savaşları simgelemektedir. Kazanılan zaferin anlatıldığı kabartmalarla çevrili sunağı görünce, bir an nefesiniz kesilir...



Yıllar önce yapılmış yontular o kadar canlıdır ki, gayri ihtiyari eliniz onlara doğru uzanır. Çok iyi bildiğiniz bir coğrafyadan; Marmara Adası’ndan gelmiş olduğu söylenen mermerleri okşamak istersiniz. Bu okşama, yontuları eski bir tanıdık olarak selamlamak, yabancı bir diyarda uzak kaldıkları güneşin sıcaklığını, denizin tuzunu onlara hatırlatmaktır. Geçen pazar günü yine büyülenmiş gibi elim yontulara uzandığı bir sırada Pergamon Müzesi’nin o sevimsiz bekçilerinden birine yakalandım.

Dokunmak yasak!...

Ne diyebilirsiniz?

Kusura bakma bu yontularda sizin hiçbir söz hakkınız yok. Bunların tümü benim ülkemden parça parça kaçırıldı, hepsi bize ait!... Alman bekçiye bunları mı anlatacaksınız? Ona sıra gelinceye kadar müze müdürlerinden, Alman Kültür Bakanlığı’nın tepesindeki adamlara kadar kimler yok ki!… Kaçırdıkları her şeyi adam akıllı sahiplenmişler… Kısacası sürgündeki sunağa dokunmak bile yasak!
 


Tabii burada bir şeyi aydınlığa kavuşturmakta yarar var. Biz Zeus Sunağı’nın, ve diğerlerinin  götürülmediğini, çalındığını, kaçırıldığını iddia ediyoruz!...

Ne yani, yol inşaatı için Ege’ye gelen Alman inşaat mühendisi Carl Humann, Bergama’da bulduklarını parça parça sökerek kaçırmadı mı?

Neredeyse 2200 yıl önce Bergama'da inşa edilen ve Hellenistik dönemin en güzel sanat eserlerinden biri olarak kabul edilen  Zeus Sunağı, yıllardır yurdundan uzaktadır. Berlin'deki salondan Bergama Akropolü'ne, gerçek yurduna geri dönmeli ve ziyaretçilerini burada ağırlamalıdır…”

Pergamon’da 1871 yılında yol yapımında görevli genç bir mühendis olan Alman Carl Humann’a, tepedeki kalıntılar arasında çok büyük miktarda taş bulunduğu ve bunların zaten kireç yapımında kullanıldığı söylendiğinde kulaklarına inanamamıştır… Bu taşları Humann’a anlatanlar, heykellerin patetik yüz ifadelerinden (abartılı duyguların yüze yansımasından) o kadar etkilenmiş olmalıdırlar ki; heykel parçalarını “insan suretli taşlar geceleri inim inleyip ağlaşıyorlar” diye tarif etmişlerdir. Arkeoloji meraklısı Carl Humann hemen olayın ne olduğu fark ederek işe başlamıştır. Yol yapımı için duyulan taş ihtiyacı Humann’ın arkeolojik çalışmalar yapmasına yol açmıştır. O tarihten sonra Zeus Sunağı ve Athena Tapınağı giriş kapısı gibi birçok güzel eser ortaya çıkarılarak Almanya’ya götürülmüştür.

Zeus Sunağı’nın bölümleri numaralandırılıp özenle sökülerek, 1886 yılına kadar aralıklarla parça parça Berlin’e taşınmıştır. Taşınma işlemleri sırasında aylarca yıllarca katırlarla, develerle Akropol’den aşağıya indirilmiş, oradan mandaların çektiği kağnılarla Çandarlı Limanı’na götürülmüş, Daha büyük gemilere yüklenmek üzere İzmir Limanı’na taşınmış ve Sonra da Kuzey Denizi’ndeki Limanlara indirilerek demiryoluyla Berlin’e götürülmüştür. Bu yolculuk serüveni yaklaşık on yılı bulmuştur. Sunağın sergilenebilmesi için Berlin Müzesi’nin salonu yeniden düzenlenerek; tavanı yüksek ve camdan bir örtüyle kaplanmıştır.

İkinci Dünya Savaşı’nda müzenin bombardımanlarla yıkılabileceği ihtimaline karşı sökülüp, sığınağa taşındığı ve savaşın bitmesinden sonra da tekrar yerine monte edildiği anlatılır.

Sunak merdivenli bir podyum ve onun üzerine dizilmiş portikli sütun sıralarıyla inşa edilmiş anıtsal bir yapıdır. Merdivenlerden çıkılınca portiklerden geçilerek kapalı bir avluya varılır. Asıl kurbanların kesildiği altar (sunak) da bu kapalı avlunun içinde yer almaktadır. Podyumun dış kısımları Olymposlu Tanrılarla yeraltının Devleri Gigantların savaşını anlatan kabartma sahneleriyle bezenmiştir. Altarlı avlunun iç kısmında ise Attalos hanedanının efsanevi kurucusu Telephos’un hayatını anlatan daha küçük bir friz (kabartma kuşağı) yer almaktadır. Sunaktaki mimari dekorun ve heykeltıraşlık işlerinin tamamen bitirilemediği anlaşılmaktadır.


Galatları yenen Bergama Kralı II. Eumenes'in zafer sevinciyle Pergamonlu usta heykeltıraşlara yaptırıp Zeus ve Athena'ya adadığı sunak’ta alegorik ve simgesel anlatımlarla betimlenmiş öyküler işlenmiştir.

Tanrıların Devlerle (Gigantlar) savaşı erken dönem Ege Uygarlıklarında çok sevilen bir konu olmuştur. Devler toprak ana Gaia’nın çocuklarıdır. Bunlar tanrıların egemenliğini yok etmeye çalışan, biçimsiz, canavara benzer yaratıkların en eskileridirler. Öte yandan Olymposlu Tanrılar tamamıyla insan şeklinde bilge ve soylu yaratıklar olarak betimlenmişlerdir. Zaferi, ancak bir ölümlünün yardımı ile kazanacaklarını öğrenen tanrılar, Herakles’i yanlarına alarak savaşı kazanmışlardır… İşte bu mitolojik öykü aynı zamanda kazanmanın, zaferin alegorisidir… Galatları yenen Bergamalıların zaferinin simgesel anlatımıdır… Bu anıt da tanrılara, özellikle Zeus’a ve Athena’ya şükran sunusudur…


Gigantlarla savaş sahnesindeki hareketlilik ve duyguların yüze yansıması o kadar etkileyicidir ki, sanki acılı yalvarışları, çığlıkları, öfkeli haykırışları duyar gibi olursunuz… Bu, “Pergamon Baroğu’nun” en çarpıcı özelliğidir.

 
Buna karşın Telephos kabartma kuşağındaki sakinliği ilk görüşte hissedersiniz. Diğer krallıklar gibi Bergamalılarda kahraman atalara ihtiyaç duymuşlardır. Telephos buna çok güzel bir örnektir. Güzel prenses Auge, Herakles tarafından baştan çıkarılmış ve bunun sonucunda da Telephos doğmuştur. Günahkâr oldukları düşüncesiyle Telephos doğar doğmaz kendi başına dışarıya, Annesi Auge de küçük bir gemiyle denize bırakılmıştır. Mysia’ya (Bergama’nında içinde bulunduğu bölgeye) gelen Auge oranın kralı Teuthras tarafından himaye edilmiştir. Bu arada dağlardaki Telephos dişi bir geyik tarafından beslenerek büyütülmüştür. Babası Herakles çok zaman sonra onu bularak yanına almıştır. Telephos, annesini bulmaya geldiği Mysia’da; Amazon kraliçesi Hiera ile evlenerek oranın kralı olmuştur. Telephos, Troya Savaşları’na katılmış ve Akhilleus tarafından yaralanmıştır. Akhilleus’un mızrağından yaralandığı için tekrar onun mızrağının pasıyla iyileşmiştir… Bu öykülerin işlendiği kabartmalarda resim sanatının da etkisiyle, yenilik olarak yer ve zaman kavramlarına, doğa betimlemelerine yer verilmiştir.

Ha bu ara unutmadan söyleyelim… Hierapolis’in (Pamukkale) adının da İşte bu Hiera’dan gelme olduğu anlatılır… Carl Humann ve ekibi 1887 yılında Pamukkale’ye de gelmişlerdir. Bu geziyi ölümsüzleştirmek için bugün müze olan hamamın duvarlarına adlarını ve gezinin tarihini kazımışlardır. “Uygar Batı’nın” sanat ve bilim aşkı!... İnsana neler yaptırmıyor ki! Arkeolog olmadıkları halde az gelişmiş ülkelerden eski eser kaçırmayı bilim adamlığı sayan zavallı insancıklar… Heinrich Schliemann da Troya’da aynı şeyi yapmadı mı?

Zeus Sunağı'nı Almanya'ya götüren Akropol'deki kazıların öncüsü Carl Humann'ın mezarı, kendi vasiyeti üzerine Akropol'de bulunmaktadır. Carl Humann götürdüklerinin karşılığında bizimle ödeşmek istiyor sanki... Zeus Sunağı Berlin'de, Carl Humann Bergama topraklarında, Akropol agorasında granit bir lahit içinde küçük bir çam ağacının gölgesinde yatıyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder